Nüfus hareketliliği, diğer adıyla göç, Kürdistanlıların yaşamının
bir parçası olarak on yıllardır yaşanan bir gerçeklik. Özellikle
1980’li yıllarda başlayan ve azalsa da günümüze kadar devam eden
zorunlu Kürt göçünün, gayri resmi rakamlara göre 4,5 milyonu bulduğu
belirtiliyor. Kürdistanlılar için göçün en büyük merkezlerinden biri
Avrupa. Kürtlerin Avrupa’da tercih ettikleri en önemli merkezlerden
biri de Fransa’dır. Bu nedenle son 30 yılda Fransa’da önemli bir Kürt
nüfusu birikti. Önemli bir kısmı France bölgesinde olmak üzere
Fransa’da 250 binin üzerinde bir Kürt nüfusunun bulunduğu
bilinmektedir.
İlk göç darbeyle! Fransa göç süreçleri, diğer ülkelerden farklı bir seyir
izlemiştir. Avrupa’ya 1960-1970 arası işçi göçü yoğunluğu yaşanmıştır.
Ama bu süreçte Fransa’ya Kürt göçü çok sınırlı olmuştur. Asıl göç
dalgası özellikle 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra
gerçekleşmiştir. Ekonomik nedenlerden çok; baskı, zordan kaçış ve
siyasi sığınma biçiminde bir göç yaşanmıştır. 1980’den 90’ların başına
kadar süren bu dalgayla gelen Kürt göçü, daha çok politize olmuş,
eğitim düzeyi ve yaşam deneyim-birikimiyle aydınlanmış, kentlerden bir
kesimi içeriyordu. 12 Eylül öncesi faal olan örgütlü yapılarla
kurumsal, siyasal, ideolojik bağ kurmuş veya sempati duymuş bu
kesimler; Fransa’daki ilk göç dalgasını oluşturuyor. 1985-90 arası
süreçte, bu kuşağın aileleri, aile birleşimi nedeniyle Fransa’ya
gelmeye başladı. Bu süreç aynı zamanda Kürt çocuklarının artık
Fransa’da eğitim aldığı ilk dönem olarak tanımlanabilir.
Önce yalnızca erkekler, ardından aile göçü 90’lı yıllardan sonra bu göçün niteliği farklılaşmaya başlamış
durumda. Kürdistan’dan Fransa’ya; köy yakmalar, koruculuk dayatması vb.
ile savaşın baskı ve zorundan yılmış kırsal kesimlerden hızla kopan,
büyük metropoller yerine Avrupa’ya gelmeyi tercih eden Kürdistanlı göç
akını olmuştur. 2000’li yıllara kadar göçün niteliği daha çok
siyasi-politik baskı ve zora dayalı, 2000’li yıllardan sonra başvurular
her ne kadar siyasi içerik taşısa da, göçün niteliği azınsanmayacak
ölçüde sosyo-ekonomik nedenlere kaymıştır. Her göç kuşağı beraberinde
aile birleşimini getirmiştir. Kürdistanlılar, her ne nedenden dolayı
gelmiş olurlarsa olsun, gelişlerinden sonra bu ülkede yerleşmeye, yaşam
kurmaya başladılar. Önce ağırlıklı olarak erkeklerden oluşan Kürt
göçü, aile birleşimi ile birlikte kadınlar ve çocuklarla bütünleşti.
Geliş aşamasında işçileşen Kürtler, daha sonra çeşitli iş kollarında
küçük işletmelerin sahibi ve giderek Fransa ekonomisinde büyük bir yere
sahip oldular. 30 yıl içerisinde asıl yerleşim bölgesi olarak Paris ve
çevreleyen banliyöleri tercih eden Kürtler, Fransa’nın her bölgesine
yayıldı.
Meslek edinme süreçleri! Fransa’da Kürtlerin etkin olduğu iş alanları çok çeşitli olsa da
ağırlıklı olarak; tekstil (ki bu son yıllarda giderek sınırlandı),
restorant ve inşaat. Bu alanda hem küçük patron hem de işçi olarak yer
alan Kürtler, en ağır koşullar ve en düşük ücretlerle çalışmaktalar. Her
iki iş kolunda Kürtler, kendi iş gücü ve deneyimini geldikleri
Fransa’da yaratmıştır denilebilir. Ülkede her iki iş kolunda hiçbir
deneyimi olmayan Kürtler, Fransa’ya geldiklerinde bir önceki gelen göç
kuşaklarının deneyimlerinin üzerinden hızla bu iş kollarında çalışmaya
başlamıştır. Zaten çok ağır koşullar içerisinde gelen Kürt göçmenlerin,
yaşamlarını sürdürme kaygısıyla hızla işçileşmekte ve bu nedenle dil
öğrenme, herhangi bir iş kolunda eğitim alma ve uzmanlaşma olanakları
daha yolun başındayken ellerinden alınmış oluyor. Dile hakim, eğitim
alan Kürtler ise daha çok 80 sonrası gelmiş kuşağın çocukları ve
Fransa’da doğan büyüyen yeni nesiller.
Dernekler, kadın ve gençlik kurumlaşması 30 yılın biriktirerek oluşturduğu 250 bini aşkın Kürdistanlı;
geldikleri süreçlerden kısa bir süre sonra gitme hayallerini büyük bir
oranda kaybetmiş ve Fransa’da yerleşik yaşama geçmiştir. Ev, iş sahibi
olmuş, Fransa’da yaşam kurmaya çalışırken yeni sorunlarla karşılaşmış,
yeni doğan nesiller kültürler arası bocalamayı yaşamış ve yaşıyor. Daha
onlarca şey sıralanabilir.
Tüm bunların içerisinde en önemli olgu ise Kürtler, 30 yılda yaşadığı
göçlerle birlikte bir kurumsallaşma deneyimi ve birikimi de yaratmış
durumda. İlk 1982’de Paris’te kurdukları küçük bir Kürt evine sahip olan
Kürtler, şimdi Fransa çapında 15 dernek, çeşitli lokaller, futbol
ligleri, kadın ve gençlik çalışmaları vb. aktiviteyi eklemiş durumda. Bu
oluşumlar, on yılların deneyim ve birikimiyle tüm yetmezliklerine
rağmen bugüne kadar getirilmiş.
İlk şekilleniş! Kürtlerin Fransa’da kurumsallaşması, kendi içindeki gelişim
kaynağını ülke ve ülkede süren savaşın ihtiyaçlarından almış. İlk
dernekleşme; 12 Eylül darbesinin ardından zindanlarda süren
direnişlerin ruhuyla ortaya çıkmış. Kurumları; Mazlumların, Hayrilerin,
Diyarbakır ve diğer zindanlardaki vahşete direnenlerin mücadele azmi
ve inancı şekildirmiştir. Burada en önemli noktalardan biri de, ilk
gelen kuşakların politize olmuş, ülkede kurumsal deneyime sahip,
aydınlanmış, belli bir ideolojik etkileşim içerisinde olmasından
kaynağını alıyor. Bu ilk kurumsallaşma döneminde ülkede süren savaşa
karşı mücadeleye katılım amacıyla geriye dönüşler azımsanmayacak bir
oranda yaşanmıştır.
Örgütlenme devleti rahatsız etti Kürtlerin kurumsallaşma deneyimi kendi içinde gelişim seyri de
izleyerek, ilerleyen yıllarda büyümeye ve çeşitlenmeye başladı. Göçün
hızlanması, Fransa’nın birçok bölgesine yayılmasıyla, Kürtler,
gittikleri her bölgede kendi örgütlülüğünü belli ölçülerde yarattı.
Ülkedeki gelişmelere bağlı olarak harekete geçip eylemler örgütleyen ve
Fransa kamuoyunu ülkede yaşanan süreçler konusunda bilgilendirme
amacıyla belli düzeylerde lobi faaliyeti yürüten Kürtler,
kitleselleşerek bugün Fransa çapında aktif-örgütlülük ağına sahip tek
göçmen kitle konumunda. Kürtlerin yarattığı bu birikim, Fransa
devletinin de şiddet ve baskısını üzerine çekmiştir. Örgütlü ve
bilinçli, kendi haklarına sahip çıkan bir toplumsal doku, kimi dönem
Fransa devletinin Türkiye ile kurduğu ekonomik-politik ilişkilerin bir
sonucu olarak hedef haline gelmiştir. Bütün bu zorluklara karşın
Kürtlerin, Fransa’da yaratmış olduğu kurumsal kimlik sürdürülmüştür.
Dönemin ihtiyaçlarına dayalı çalışma! Dönemin ihtiyaçları doğrultusunda faaliyet yürüten Kürt kurumları,
tarihinden, toplumsal birikimden, ulusal değerlerinden yoksun
bırakılmak istenen bir halkın yetmezliklerinin sonuçlarını her dönem
yaşamıştır. Bunun en temel sonucu Kürt kurumları; bir savaş toplumunun
kurumu olmanın ağır bedellerini ödemek durumunda kalmıştır. Toplumsal,
siyasal, insani tüm ihtiyaçları gören, çok yönlü ve yönetimsel
zaaflarını çözme yeteneğine sahip bir birikim oluşturma konusunda hızlı
bir yol alınamadığı gibi kurumsal faaliyetlerin neredeyse yüzde 90’lık
bir bölümünü ülke ihtiyaçları belirlemiştir.
Yeni nesillerin sosyal ve kültürel ihtiyaçları karşılanama Ülkede; topluma, Kürt halkına yönelen her saldıraya yanıt olma
çabası, enerjinin büyük bir bölümünü almış ve artık Fransa’da yaşayan,
burada doğup büyüyen yeni nesillerin ihtiyaçlarına yanıt olmakta
yetersiz kalınmıştır. Bu bir nevi süreçlerin, bir halkın ortak
ihtiyaçlarının dayatması olarak da açıklanabilir. Her kurum bünyesinde
sürdürülen dil, kültür, sanat, edebiyat çalışmaları kurs niteliğinde
kalmış ve bir gelişim seyri izleyememiştir. Bu bir tercihten çok
dönemin ihtiyaçlarının dayattığı bir süreç olarak işlemiş. Bunun en
önemli sonucu da bir halkın asimilasyonuna karşı savaşım veren
kurumların, bu yönlü çalışmalarda bıraktığı boşluk nedeniyle; yeni
kuşaklar, kendi kültürlerini, tarihsel toplumsal birikimlerini,
dillerini bilme ve öğrenme sürecinden bir bütünüyle olmasa da büyük
oranda yoksun kalmıştır.
Yeni dönemin sorunları! Özellikle Fransa’da göç ve göçmen politikasının sonuçlarını, bugün
Kürt kitlesi daha yakıcı bir biçimde hissetmeye başlamıştır. Ekonomik
sebepler, geniş ailelere sahip olma vb. nedenler belirleyici olsa da,
Fransa’daki göçmen politikası gereği diğer göçmenler gibi Kürtlerde
şehir merkezlerinden uzak banliyö denilen bölgelerde yaşamlarını
sürdürmek zorunda. Bu biraradalık kurumsal ve örgütsel anlamda Kürt
kurumları için bir avantajdır. Ama çalışmaların yetersizliği,
Kürdistanlıların bu alanda yaşadığı sorunların giderek büyümesi
karşısında çözümsüz bırakmıştır. Ülkelerini ya da bölgelerini terk etme
nedenleri ne olursa olsun ya da vardıkları yerde nasıl karşılanırlarsa
karşılansınlar göç edenler, göçün özelliklerine bağlı olarak (göçün
şekli, zamanı, nedeni, zorunlu ya da istemli olması, göç edenlerin
cinsiyetleri, yaşları, göç edilen yerin özellikleri vb.) farklı
derecelerde de olsa, uyum ve entegrasyon güçlükleri yaşamaktadırlar. Göç
edenlerin fiziksel ve ruhsal sağlıkları, kültürel ve psikolojik
faktörlerin radikal değişiminden etkilenebildiği gibi çevrelerini
meydana getiren coğrafik ve iklimsel değişikliklerden de
etkilenebilmektedir. Bu temel doğrudan baktığımızda bugün Fransa’da
banliyöler, suçun, uyuşturucunun merkezi haline gelmiştir.
Kurumlar yetersiz kalıyor Eğitimin niteliğinin giderek düştüğü banliyölerdeki Kürt
gençlerini, entegrasyon ve uyum sorunu yaşadıkları bu ülkede yeni
sorunlar beklemekte. Kürt gençleri arasında uyuşturucu, suç oranı,
banliyölerde bulunan çete örgütlenmelerinin içinde yer alma vb. artık
azınsanmayacak bir oranda yükselmiştir. Aileler çocukları üzerinde
artık bir kontrole sahip değiller. Klasik Kürt ailesinde otorite olan
anne-baba figürü ortadan kalkmış durumda. Anne-babaların çocuklarıyla
yaşadıkları problemler, kuşak çatışması, eğitim sorunları vb.
başvurabilecekleri kaynaklar neredeyse yok denecek düzeyde.
Başvurabilecekleri herhangi bir yol gösterici olmayan aileler, klasik
olarak öğrendikleri yöntemlerle çocuklarına yaklaşmakta ve çoğu zaman
istenilenin tam tersi olarak çocukların aile ile bağları kopmaktadır.
Kültürlerinden kopma, kimliğini kaybetme yönündeki korkusu, aileler ve
çocuklar arasında yeni bir problem kaynağı olmakta. Kürt kurumları ise,
yaşanan bu sürece ve gençlere dönük sistemli projeler üretememekte ya
da ürettiği projeler bu sorunları kapsamada yetersiz kalmaktadır.
Kadın kurumsallaşmanın dışında Diğer önemli nokta ise, Kürt kadınları. Geleneksel toplumsal
rollerinden kaynaklı olarak Kürt kadınları, göç bağlamında izole bir
hayat sürdürüyorlar. Diğer Avrupa ülkelerine göre Fransa’da Kürt
kadınının üretim içerisindeki yeri daha düşük. Bu nedenle eve kapalı,
çocukların bakımıyla sınırlanan kadınlar, erkeklere göre daha geri
kalmaktadır. Bu süreçte erkeğin hem eş hem de baba olarak kadını yalnız
bırakması, kadın için koşulları giderek zorlaştırmaktadır. Yaşadıkları
izolasyon nedeniyle; depresyon, somatizasyon bozukluklar ve benlik
saygısında düşüklük gözlenebilmektedir. Bu aynı zamanda aile içerisinde
uyumsuzluk ve çatışmayı derinleştirmektedir. Bu yönüyle Kürt
kurumlarının kadın çalışmasında kurumsallaşmış pratiği, çok sınırlı bir
düzeyde kalmıştır. Kurumlar ve aktiviteleri neredeyse yüzde 90
oranında erkeklerden oluşmaktadır. Bu yüzde 90’lık oran içerisinde
Fransa’da doğup büyüyen gençlerin oranı yüzde 15 civarında. Ağırlıklı
olarak Kürdistan’da daha önce politize olmuş kesimler hala kurumların
ana gövdesini oluşturuyor. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde Fransa
çapında Kürt kadınları ve burada doğup büyüyen gençleri için somut
politikalar, kalıcı kurumsallaşmalar yaratılamamıştır.
Kurumsal, yönetsel sorunlar Kurumsallaşma denince ilk akla gelen tanımlama: "Devamlılığı belli
kişilerin varlığına bağlı olmayan bir sistem yaratmak." Kürtler, bugün
ideolojik ve siyasal olarak bu iddianın sahibidirler. Pratikte ise
özel olarak Fransa’ya baktığımızda Kürt kurumları hala „kişiler"
üzerinden ayakta durma geleneğini bütünüyle aşabilmiş durumda değil.
Bunun en temel nedeni ise yönetim ile yönetişim arasındaki anlam farkı.
Daha açık ifadeyle alışıla gelmiş örgütlenme modelleriyle, bugünün
ihtiyaçlarına, katılımcı demokrasinin özüne, her kesimin, her rengini
bir bütün içerisinde ifade etme biçimine geçişteki sancı. Birincisini
sol-merkeziyetçi geleneksel kurumsallaşma mantığı, diğerinin ise günümüz
ya da kapitalist modernite içerisinde Kürtlerin kendi yeni modelini
yaratmak amacı olarak tanımlayabiliriz. Birincisine yönetim dersek; bir
ismi ve konumu temsil ederken, diğerini yönetişim bir model ya da
yaklaşımı niteler. Yönetim esas olarak tek taraflı, kimi zaman buyurgan
ve yukarıdan aşağı işleyen tek merkezli bir otorite olarak algılanmakta
iken, yönetişimin çok taraflı, katılımcı ve açık kanallı bir otorite
kullanımı olduğu söylenebilir.
Bu iki kavramın ötesinde ihtiyaç duyulan; kurumların kitleler ve onların
toplumsal ihtiyaçlarından doğru kurumsallaşması olarak tanımlanması
daha doğru bir yaklaşım olur. Bugün Kürtlerin kurumsallaşmada yaşadığı
en temel sorunlardan biri, bu geçiş süreci olarak tanımlanabilir:
Siyasal, dönemsel genel ihtiyaçlarla, toplumsal yerel ihtiyaçların
bütünlüğünden oluşan yeni kurumsal kuruculuk!